Hemen herkesin kabul edeceği üzere, Türkiye'de eğitim sisteminin ciddi sorunları var. Edebiyat öğretiyoruz ama imla kurallarına uygun bir kompozisyon yazamıyoruz. Yüzlerce saat yabancı dil öğretiyoruz ama yabancı dil konuşamıyoruz. Bu sorunların bir kısmı ayrılan beşeri ve fiziksel kaynakların yetersizliğiyle ilgili olabilir. Ancak Türkiye’de eğitim sisteminin ciddi sorunlarının olmasının belki de en temel nedeni, toplumsal talepleri yıllarca dışlamış olmamızdır. Bugüne kadar bakiye olarak kalan bu sorun çözülmedikçe eğitim alanında bir performans yakalanamaz.
Türkiye eğitim sisteminin demokratik performansı yani toplumsal talepleri görme ve bunları eğitim sistemiyle bütünleştirme performansı, oldukça zayıf kalmıştır.
Aslında 2012 yılına kadar yani 4+4+4 ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa seçmeli din eğitimi derslerinin getirilmesine kadar, Sünniler de bu sorunun mağdurlarıydı. Bu mağduriyetin temelinde, devletin Anayasada belirtilen isteğe bağlı din eğitimi derslerini yeterince sağlayamamış olmasıdır. Bugün tartışılan zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin müfredat ve fiili uygulama açısından, zaman zaman din eğitimine kayması da bu eksikliğe dayanıyor.
4+4+4 ile birlikte, eğitim sistemimin demokratikleşmesi ve normalleşmesi adına önemli bir adım atıldı ve seçmeli din eğitimi dersleri başlatıldı. Bu seçmeli derslerle birlikte, zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin de orijinal misyonuna uygun şekilde, belli bir inancı benimsetmeye çalışmaktan ziyade, din hakkında bilgi vermeye yönelik bir biçime kavuşabilecek bir fırsat yakaladı. Çünkü buradaki sorun, dersin bizatihi zorunluluğundan ziyade, Alevilerin de taleplerini dikkate alacak şekilde içeriğin yeniden gözden geçirilmesidir.
Türkiye bir süredir din-devlet-toplum ilişkilerinde eski döneme oranla açık düzene geçti. Alevi kesimlerin Sünni merkezli din eğitim konusundaki hassasiyeti başta olmak üzere farklı kesimler ve farklı kimliklerin kamuda eğitiminin tek bir din, tek bir mezhep tekelinde zorunluluk ilkesi içinde verilmesine itirazları, demokratik laiklik ilkesine uygun ve haklı bir itirazdır.
Din dersi ile Din eğitimi birbirine karıştırılıyor. Bunları birbirinden ayırmak gerekir.

Din eğitiminin kamu hizmeti olarak düzenlenmesi tercih edilecekse, dikkat edilmesi gereken şey, din eğitiminin tek din (veya mezhep) üzerinden yapılmaması ve bu bakımdan vatandaşların negatif ayrımcılığa maruz bırakılmamasıdır. Bunu söylemek yapmaktan çok daha kolaydır. Mesele bir ilkeyi kabul etmekle çözülmüyor. İlkeler kendi kendilerini uygulamaz, insanlar tarafından uygulanır. Her insanın, insan grubunun tarihi, tecrübesi, tercihleri, sosyolojisi ve psikolojisi vardır ve bunlar bir kenara bırakılarak yaşanamaz, davranılamaz.
Din ve mezhep hadisesinin son derece hassas olduğu ve toplumsal barışın derinden etkilendiği bir ülkede ve coğrafyadayız. Kaldı ki, bütün insanlık boyutunda din, en hassas aidiyet alanlarından birisidir. Böyle bir gerçeklik karşısında dini öğretmek - öğretmemek kadar, hangi boyutta öğretmek, ya da hangi boyutta öğretmemek de üzerinde düşünülecek, çalışılacak bir konudur.
Türkiye, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri, Din - Toplum - Devlet ilişkisini hayati önemde bulmuş, çoğu zaman yanlış ve toplumun beklentilerini göz ardı etmiş olsa da, meselenin hayati önemini göz ardı etmemiştir.
Murat GENÇOĞULLARI
Comments