top of page
  • Yazarın fotoğrafıMurat Gençoğulları

Çözüm Süreci Çözümü

Güncelleme tarihi: 30 Mar 2020

Çözüm sürecinde gelinen nokta karamsar değil. Bölgede adeta bir bayram ve sevinç havası var. Fakat süreç halka net olarak anlatılmış değil.  Muhalefet süreci siyasi malzeme yaparak Hükumetin başarısız olması üzerine bir yol izledi. Süreç,  bazı basın yayın organları tarafından ise, Hükumet ve Başbakan’a karşı bir  istismar konusu yapıldı.


Aslında Kürt meselesinin en büyük sorunu aynı zamanda, konunun sadece terör ve bir  iç güvenlik meselesi olarak görülmesi idi.


1980'li yılların başından beri ülkemizin en tahrip edici meselesi olan Kürt meselesi ekonomik anlamda yalnızca Doğu ve Güneydoğu Bölgesini değil tüm ülkeyi olumsuz etkilemiş durumdadır. O tarihten itibaren, başta eğitim, sağlık ve bayındırlık yatırımları olmak üzere gerekli alanlara ayrılması gereken kaynakların askeri harcamalara aktarılması ülkeye çok büyük yük getirmiştir. Bu nedenle,  enflasyon, dış borç, bütçe açığı ve cari açık nedeniyle iç ve dış şoklara karşı dirençsiz hale gelen ekonomi de  kırılgan bir yapıya bürünmüştür.


Kürt sorunu Türkiye’yi sadece bir iç sorun olarak meşgul etmemiş, yaratmış olduğu baskı ve istikrarsızlaştırıcı etkisiyle küresel ve bölgesel bir sorun haline gelmiştir. Bugün içinde olduğumuz geçiş sürecinin en önemli nedenleri iç dinamiklerle ilgili olmakla birlikte, bütün resmi görebilmek için bu gelişmenin küresel ve bölgesel dinamiklerine de bakmak gerekmektedir. Suriye’deki durumun bölge ülkeleri arasındaki gerilim hatlarını ısındırdığı ve küresel bir bilek güreşine dönüştüğü bir dönemde, gerilim unsurlarından birinin soğutularak başka gerilim unsurları üzerinde olası bir olumlu etkinin yaratılması gerekmiştir. Bu nedenle de uluslararası arenada etkisi olacak şekilde güvenlik ve istikrar ortamını artırıcı şekilde bir adımın atılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır.


 

Bu açıdan bakılınca Türkiye’de iç barışı artıracak şekilde atılan bu adımın dış politikada da ne kadar önemli olduğunu vurgulamak gerekir. PKK'nın Türkiye'den fiili olarak çekilme süreci, Murat Karayılan tarafından da ilan edilerek sürecin ismi konulmuş oldu.



 

Karayılan'ın çekilme kararını açıkladığı mesajı dikkatle incelenirse, çözüm sürecin selameti adına ilk aşamaya dair bir ön hazırlık olduğu hissedilmektedir. PKK'nın çözüm sürecinin ilk aşaması olarak, kabul edilen çekilmeyi hayata geçiriyor olması çok büyük bir adımdır.  Böylelikle PKK, belli bir mutabakat çerçevesinde, geleceği olan bir süreçte, aktör olma potansiyeli yakaladı.


Çözüm süreci toplum tarafından hızla sindirilirken, elitler düzeyinde oldukça maliyetli bir istismar  döneminin de önünü açmış oldu. Özellikle sürecin aktörü olanlar ve siyasi partiler yaşanan değişimi yönetmekte zorlanmaktalar. Siyasi partiler açısından sürece en hazırlıklı olan tartışmasız AK Parti. Bu durum AK Parti'nin siyasi kimliğindeki kodlardan ve Erdoğan'ın siyasi mühendislik yeteneğinden kaynaklandığı kadar, 2009 açılım sürecinin de baş aktörü olmasındandır. AK Parti, 2009 açılım süreciyle özellikli  hedeflerine ulaşamasa da, genel olarak tabanının ve elitlerinin Kürt meselesinde yıllar sürecek bir dönüşümü hızla sindirmelerini sağladı. Bu yönüyle 2009 açılımı, AK Parti'nin 2013 çözüm sürecinin başlangıcı olmuştur. Aynı şekilde 2009 açılım sürecinde negatif rol oynayan bütün aktörler bugün sıkıntılar yaşamaktalar.


2013 çözüm sürecinin yaygın şekilde kitlelerce fark edilmesi de medya tarafından yapılan bir provokasyon sayesinde oldu. Medyanın ilerleyen süreçte de bir manipüle harekatı olacağı gözden kaçırılmamalıdır.


Sürecin ilerlemesiyle beraber sürece karşı gelişebilecek muhtemel dezenformasyon kampanyaları ve toplumun hassasiyetlerini okşama girişimlerine karşı bu parti teşkilatlarının toplumu sürecin mahiyetiyle alakalı doğru bilgilendirmeleri, toplumun sürece yaklaşımını ciddi bir şekilde etkileyecektir. Bu bağlamda, sürecin niteliğiyle alakalı ilk ifade edilmesi gereken husus, Kürt meselesinin barışçıl çözümü için atılan adımlar ne bir taviz ne de bir pazarlıktır. Bu yapılanlar, otoriter Devlet yapısının, toplumun tarih ve sosyolojisine aykırı olarak topluma dayattığı tek tipleştirmeci politikalardan dolayı yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi, gasp edilen hakların iadesinden ibarettir.


Bugün çözüm süreciyle beraber "Kürtler ne alacak?" sorusunu iyi niyetli veya kötü niyetli soranların anlaması gereken şey, ilk kez Kürtler açısından da benzer bir zeminin oluşma ihtimalidir. Dolayısıyla yukarıdaki sorunun cevabında "Kürt arayanlar" hayal kırıklığına uğrayacaklar. Zaten on yıllarca sözü edilen sorunun devam etmesi, bir yönüyle de büyük ölçüde Kürtlere özgü demokratikleşme girişimlerinden kaynaklandı.


2012’nin son günlerinde Öcalan ve MİT yetkililerinin İmralı’da yaptıkları görüşmeler neticesinde başlayan bu yeni süreç, üçüncü çözüm girişimine işaret etmektedir. Başbakan başta olmak üzere siyasal iradenin açıktan sahip çıktığı bu sürecin en önemli özelliği, Kürt siyasetinin en etkili aktörü Abdullah Öcalan’ın doğrudan birincil aktör, Kürt seçmenle en yakın teması kuran ve demokratik meşruiyete sahip BDP’nin ise ikincil aktör olarak muhatap alınıp, onların üzerinden bir çözüm arayışına gidilmesi oluşturmaktadır.


Bölgemizde yaşanmakta olan siyasal kırılmalar neticesinde iki eksen ortaya çıktı. Ortadoğu'da yıllardır devam etmekte olan statüko ve değişim ekseni amansız bir gerilim içine girdiler. Bu gerilimin tabii olarak ortaya çıkardığı siyasal boşlukları oldukça saf bir siyasi akıl yürütmeyle yanlış okuyan PKK ve Kürt siyasi hareketi, derin bir yanlışa imza attı. Arap isyanlarının son durağı olan Suriye üzerinden yaşanmakta olan değişimden nasiplenmek yerine ortaya çıkan boşluğu istismar etmeyi tercih etti.


Mit ile PKK arasında yapılan görüşmeyle ilgili tartışmalar, on gündür medyanın ve siyaset dünyasının gündemini meşgul etti. Kamuoyuna yansıyan değerlendirmelerin neredeyse tamamında, devletin PKK'yla görüşmesi olumlu bulunuyor, hatta gerekli görülüyor. Bununla birlikte, görüşmeyi kimin sızdırdığına ilişkin spekülasyonlar daha çok öne çıkıyor. Siyasilerin açıklamalarında ise, görüşmelerin hükumet tarafından gizlenmesi, inkâr edilmesi üzerinde duruluyor.


Gelinen noktada sorunun çözümünde umutlar korunmakla beraber, çözüme henüz uzak olduğumuz aşikâr. Çözümü zora sokan, çözüm yönünde mesafe almayı zorlaştıran dinamiklerin başında ise, aktörlük mücadelesi yer alıyor.


Kürt meselesini doğuran asıl unsurun Cumhuriyet’in farklı etnik unsurlarını, asimilasyondan bütünleşmeye  uzanan bütün mümkün dönüştürme formlarıyla, Türklük potasında eritme politikası olduğuna şüphe yok. Dar bir ulusçuluk yorumuyla tanımlanan Türklüğün bir parçası olmayı kabullenmeye dayalı vatandaşlık rejiminin, Kürtlerin etnik ve siyasi kimlikleriyle varlıklarını sürdürmeye izin vermemesi, Kürt meselesinin özünü oluşturuyor. Bu çerçevede, vatandaşlık rejimi, devlet ile birey arasındaki hukuki bağın niteliğini tanımlıyorsa, Kürt meselesi bağlamında sorunun genel anlamıyla hukuki bir sorun olduğu söylenebilir.


Kürtler, ilk önce Türkleri ayrı bir Devlet kurmak istemediklerine, ikna etmek zorundadır.


Türkiye'nin Kürt sorunu algısında ortaya çıkan en önemli verilerden biri, ekonomik sorunlar parantezinde değerlendirilebilecek işsizlik ve geçim sıkıntısı bir yana bırakıldığında, toplumun Kürt meselesini, Türkiye'nin en önemli siyasal sorunu olarak algıladığıdır. Bu kesim için, Kürt sorununun çözümü, Kürt sorununun PKK dışında kalan dinamikleriyle yüzleşmekten geçmektedir. Bu da siyaset kurumuna sorumluluk düştüğü anlamına gelir. 


Bu çerçevede bakıldığında, Kürt meselesinin terör unsurundan bağımsız olarak toplum tarafından Türkiye'nin en önemli siyasal sorunu olarak algılandığı ortaya çıkıyor.

Bu durum, Türkiye'nin bir Kürt meselesi olduğunu inkâr etme siyasetinin sürdürülemeyeceğini ve toplumun siyasal iletişim dili doğru kurgulanmış bir çözüm iradesine destek vermeye hazır olduğunu gösteriyor.



Murat GENÇOĞULLARI

5 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page